انّا لله و انّا اليه راجعون
İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn
Âyetin tamamı: Onlar ki, kendilerine bir musîbet geldiği zaman: “Muhakkak ki biz, Allah’a âidiz ve muhakkak ki biz, ancak O’na dönücüleriz!” derler.
(Bakara Sûresi, 156. âyet)
Ölüm: Bir kara belâ, hepimizin başında.
Belâ (بلاء) esâsen Arabî bir kelimedir. Tasdiklemek için söylenen "evet" (بلی) sözü ile bir ilgisi yoktur. Bu ikinci belâ'nın zıddı ise "lâ" ma'lûmunuz.
Yaratıldıktan sonra çok çok ağır bir mes'ûliyeti yüklendiğimizin, Cenâb-ı Rahmân ile kavilleşmemizin bir icâbı olarak "belâ" (بلاء), Arab dil âlimi Cevherî'nin meşhûr Arabî lugatına göre denemek için mihenk taşına vurmak, zorlu ve büyük bir sıkıntı, sınama, imtihan etme gibi mânâları karşılar: ibtilâ, mübtelâ.
Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşkdan etme cudâ beni
(Fuzûlî)
Ağlasa âşık belâ-yı hicr ile nâlân olup
Gözleründen akan anun yaş yerine kan olup
(Avnî)
Türkçe Sözlük’te belâ kelimesinin Arapça kökenli olduğu belirtildikten sonra: 1- İçinden çıkılması güç, sakıncalı durum. 2- Büyük zarar ve sıkıntıya yol açan olay veya kimse. 3- Hak edilen ceza.
“البلاء” kelimesi, Arapça sözlüklerde ise “denemek ve imtihan etmek” mânâsına geliyor.
Bu kelimenin "بلیة ، بلوی" "belvâ, beliyye" şeklinde farklı masdarları da var. Belâ, (deneme, imtihan etme) hayırda olabileceği gibi şerde de olmakta. Hayırda olursa بلاء حسن belâ-yı hüsn, şerde olursa بلاء سیا belâ-yı siyâ deniliyor. İşte bu kökten gelen “البلاء” kelimesi, “nimet vermek, hayırda, iyilikte bulunmak” mânâsı kazanıyor. Müfâale babından gelen “بالی” kelimesi, “övünmek, bir şeye önem vermek” anlamlarına geliyor.
Râgıb Isfahânî (502/1108) Müfredât isimli eserinde belâ kelimesinin “eskimek” anlamına geldiğini de yazıyor. Meselâ, kedere de bedeni eskitip yıpratması sebebiyle mecâzen belâ denmiştir. Bu kökten gelen "إبتلاء" ibtilâ kelimesi, “bir kişinin bilinmeyen gerçek yüzünü, iyi mi kötü mü, kâmil mi ham mı olduğunu ortaya çıkarmak” anlamında kullanılıyor. Yani bir insanı deneyerek gerçek yüzünü ortaya çıkarmak.
Ya da bir nesnenin; altın, bakır, gümüş, kimyevî başka herhangi bir maddenin hâlini bilmek için o nesneyi ameliyeden geçirip sınayıp, test ve imtihan etmek de denilmektedir.
Belâ kelimesi (Tâhâ Sûresi, 120. âyet), “Nihâyet şeytan ona vesvese verdi: “Ey Âdem! Sana ölümsüzlük ağacına ve yok olmayacak لا یبلي lâ yeblâ bir mülk üzerine rehberlik edeyim mi?” dedi." âyetinde, “yok olmak, zeval bulmak” mânâsındadır. Bir hadîs-i şerifte ise “eskitmek, yıpratmak” anlamında "أبلیت" kelimesi kullanılmıştır. (Tirmizi, Zühd, 31)
Mütercim-Tercüman Âsım Efendi de (öl.1235/1819) Kâmûs Tercümesi’nde belâ kelimesinin “eskimek” anlamına geldiğini yazmış. Gam ve musibete belâ denmesi, vücûdu eskitip yıpratmasından dolayıdır; buna ilâveten seferlerin/yolculukların getirdiği sıkıntıların ve zamanın kazandırdığı tecrübelerin, yıpratıp eskittiği kişiye بلو الاسفار belvu’l-esfâr veyâ بلي الاسفار beliyyu’l-esfâr denir. Bu kelimeler aynı zamanda hayvanlara gereği gibi bakıp onları tımar eden kimseler için de kullanılır. Çünkü söz konusu kimseler de gördükleri bu işle denenmekte ve yıpranmaktadırlar.
Cenâb-ı Rahman'ur Rahîm efendimiz, sâhibimiz, rabbimiz, ilâhımız bizleri çetin imtihanlardan, altından kalkılamayacak zorlu denemelerden muhafaza buyursun, bizlere dâim selâmet, rahmet buyursun. İmtihanlar da ancak Cenâb-ı Hakk'ın yardımı ve rahmetiyle atlatılabilir. Âyette de geçtiği üzere, Cenâb-ı Allah'ın rahmeti (ki acımasıyla gösterdiği burhan) olmasaydı Yûsuf aleyhi's-Selâm da o hanıma meyledecekti. Böylece belâyı, imtihânı atlatamayacak, kaybedecekti.
Başta merhûm Abdurrahim Karakoç üstâda geçirdiği bu büyük imtihânın hayırla neticelenmesi ve Allah'ın rahmetiyle karşı karşıya kalmasını duâ ediyorum, âilesine ve milletimize de güzel bir sabırla sabretmelerini temennî ediyorum.
Epey müddet abonesi olduğum Vakit (Akit) Gazetesi'nin çok mühim bir kalemi, daha doğrusu Hakk'ın Sesi'ni haykırmaya vesile olan Âkifler, Mevlânâlar, Molla Câmîler, Yûnus Emreler, Abdulkadir Geylânîler, Mahmud Esad Coşanlar, Said-i Nursîler, Nâbîler, Bâkîler, Şeyh Gâlibler, Fuzûlîler, Yûsuf Kandehlevîler, Nedvîler...(saymakla asla bitmez) gibi kalem ve kelâm sâhibi kanâat önderi nice kâmil ve mütefekkir zâtların izinden giden, daha doğrusu Peygamberlik Mesleğini şiâr edinmiş nice dâvâ adamından biri olan Abdurrahim Karakoç'u âhirete gönderdik. Bu vesîleyle tüm muhterem, muhteşem ve mübârek ecdâdımıza Allah rahmet eylesin.
Karakoç kendisi Hakk'ın sözünü gerek nesir gerekse nazmen söylemeye çalışmış bir âbid idi. Bağrı yanık, sûreti kavruk bir âdem idi, bir zerre idi. Uçsuz bucaksız mahlûkât okyanusundaki birer zerre de bizim oluşumuz gibi. Fark yok. Fark takvada sâdece. Başka türlü bir farkı kabul etmiyor mülkün yegâne sâhibi. Cenâb-ı Peygamberi uzun müddet himâye eden güzel, sevimli, hoşgörülü, yardımsever amcası bile ne yazık ki Cennete giremedi. En hafif bir şekilde Cehennemde cezâlandırılacağı bize haber veriliyor.
Dolayısıyla doğumdan ölüme dek, doğum ve ölüm dâhil, el-bidâye ve'n-nihâye hayat çok dehşetli bir belâ (ibtilâ, imtihân) yatağıdır.
İnanın çok ürperiyorum bu satırları yazarken. Birbirimize devâmlı sûrette duâ edelim Kıymetli Mü'minler.
Şimdi de merhûm mağfûr Karakoç'un kaleminden birkaç şiir okuyalım:
Yolların Sonu
Bilir misin hancı, bugüne kadar
Hanından kaç yolcu çıktı bu yola?
Sıladan gurbete giden yolcular
Kaç damla gözyaşı döktü bu yola?
Getirmeden bu yolların sonunu
Kaç yolcu son durak yaptı hanını?
Kaç yolcu bu yolda verdi canını?
Ecel kaç yolcuyu çekti bu yola?
Ben bilmedim gitti, n'olur sen söyle 
Bu yollar kararsız uzar mı böyle?
Yâr için âh çekip karşıki köyde
Hangi göz, kaç sene baktı bu yola?
Akar bir oluktan beş dağın karı
Demişler adına "hasret pınarı"
Şu mezarı gölgeleyen çınarı
Kimin için, kimler dikti bu yola?
Kaç âşık bu yolda zaman eritti?
Kaç yorgun hanında terin kuruttu?
Bu taşlı yol kaç çarığı çürüttü?
Kaç topuğun kanı aktı bu yola?
Yollar kıvrım kıvrım, dağlar sıralı
Düşünürüm, yollar beni yoralı.
Kaç ceylan iniyor böğrü yaralı,
Her gecenin seher vakti bu yola?
Yolculuk
Aylar tepe, yıllar dağ zincirleri
Zirveler aşarsın haberin olmaz.
Dur-durak bilmeden doğuştan beri
Mezara koşarsın haberin olmaz.
Emanete 'benim' diye bakarsın
Boş kalınca suya kazık çakarsın
Sırat köprüsünde yatar kalkarsın
Ateşe düşersin haberin olmaz.
Salıncak kurarsın mor bulutlara
Körpe tay bağlarsın kör umutlara
Muhkemdir kulluğun canlı putlara
Kıblesiz yaşarsın haberin olmaz.
Yokluğa mı, sonsuza mı yolcusun
Yollar tehlikeli, Allah korusun
Koca kâinatta bir damla su'sun
Kaynarsın, taşarsın haberin olmaz.

Bir Gönül Dostuna Cevap
Rıza-yı Hak için çıkmışız yola
Kullların engeli yıldırmaz bizi
Onulmaz dostların açtığı yara
Düşmanın kurşunu öldürmez bizi
Ayrılık olursa öz ile sözde
İçimiz dışımız kavrulur közde
Ülkümüz nişanlı arpacık gezde
Şer güçler hedeften kaldırmaz bizi
Yalınayak geçtik dikenden taştan
Ne çıkar rüzgârdan, doludan, kıştan
Yırtılan destanlar yazılır baştan
Tufanlar sahneden sildirmez bizi
Kader bu, teslim ol, kafayı yorma
Aklın kaynağını deliden sorma
Aylara, yıllara üzülüp durma
Sıcaklar soğuklar soldurmaz bizi
Gittiğimiz Hak Yol öyle bir yol ki
Hırs atına binmek günahtır belki
Sabrımız, sevdamız o kadar bol ki
Okyanuslar aksa doldurmaz bizi
Sıcak tut sevgiyi aşk ocağında
Yaşa da olgunlaş gam kucağında
Şu ruhsuz dünyanın şu zül çağında
Olanlar ağlatır güldürmez bizi
Sözünde durandır yiğidin hası
Mezarda bitmez dostun vefâsı
Üç günlük dünyanın binbir cefâsı
'Böldü' deseler de, böldürmez bizi
Sağlam atılmışsa temeller eğer
Allah rızasıysa emeller eğer 
Niyete uygunsa ameller eğer
Kimseler yem için yeldirmez bizi
Çile, belâ yağıyorken etrâfa
Hak, adalet dedik çıktık ön safa
Kötü tanıtsa da üç beş et kafa
Tarih kötü diye bildirmez bizi
Fitneye en güzel cevap sükûttur
Öfke günah dolu, sevap sükûttur
Tuzağa çok düştük hayli vakittir
Tedbir bataklara daldırmaz bizi
Bir ateş yakılır, sönmez bir daha
Bu bayrak gönderden inmez bir daha
İlkbahar hazana dönmez bir daha
Mevla yâd ellere yoldurmaz bir daha
انّا لله و انّا اليه راجعون
İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn
Âyetin tamamı: Onlar ki, kendilerine bir musîbet geldiği zaman: “Muhakkak ki biz, Allah’a âidiz ve muhakkak ki biz, ancak O’na dönücüleriz!” derler.
(Bakara Sûresi, 156. âyet)
Arz-ı Selâm ve Bâkî Uhuvvet ile.
Târık İleri
Bu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir
https://www.facebook.com/ileritariq |